Kürt meselesinde bunca yıldan sonra yine önce terörü bitirmek gerek noktasına geldik. Gazete haberlerinde kara harekatının yakın olduğu, Irakın, İranın ve hatta ABDnin de son ve nihai vuruş için destek ve işbirliğinin arandığı, sonrasında artık askerler yerine özel eğitimli polislerin etkin olacağı, komutanlar yerine valilerin yetkili olacağı, vs. vs. bir sürü şey yazılıyor, yorumlanıyor.
Benim birinci şaşkınlığım bunca yıldan sonra yeniden ve hala Kürt meselesini şiddete ve teröre rehin ediyor olmamız. Son iki yılda açılım sürecinde kaç anayasa değişikliği, kaç yasa yapıldı ve hatta önerildi de yetmedi ve teröre yenik düştük? Sanırım hiç!
Yalnızca Başbakanın gerçekten ümit ve heyecan yaratan Ak Parti grubunda yaptığı iki güzel ve anlamlı konuşma dışında, neleri değiştirdik, neler yaptık ki, Kürtler bunların kıymetini bilmiyor?
Neler yapıldı da Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimizin sorunları vardır noktasına geldik?
Dünün demokratları bugün şiddetsever
Birinci paragrafta not ettiğim haber başlıklarının her birisi sorunlu, sayfalarca tartışılabilir ama ben bunların dışında iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Birincisi Ak Parti destekçisi yorumcularda, özellikle Ak Parti kadroları gibi yazan çizenlerin bir kısmında gözlenen değişim. Adeta bir süre önce ekranları dolduran emekli subaylar gibi askeri taktikler, hedefler yazılıyor, çiziliyor, söyleniyor. Son yılların demokrasi şampiyonu bu yorumcuların bugün şiddete bu kadar şehvetli sahip çıkışlarını anlamakta zorlanıyorum. Demokratlıklarının mı şiddet severliklerinin mi gerçek fikirleri, duyguları olduğunu anlayamıyorum. Belki de ikisi de değil, şimdiye dek en sert eleştirileri yönelttikleri aydınlar kadar onlar da güce tapanlardan.
Aydınlarımızın ve siyasetçilerimizin ister Türk ister Kürt olsun, demokrat olmakla şiddetsever veya darbesever veya gücetapar olmaları meselesi ayrı ve uzun tartışma konusu galiba.
İkinci takıldığım mesele iktidar ve devlet aklının da öğrenme ve kendini yenileme melekesini ne kadar yitirdiğinin anlaşılmış olması. Dün ve bugün, dünyanın 11 Eylülünün ve Türkiyenin 12 Eylülünün yıldönümleri. Sonralarında yaşananlara bakıldığında ortak bir yön var: İkisinde de devlet ve iktidar aklı o günlere ve öncesine sebep olduğunu düşündüklerini cezalandırmak konusunda her türlü hak ve hukuku yok sayarak, kendi siyasi emellerince tanımladığı suçlulara karşı acımasızca, zalimce cezalandırma hamleleri yaptı.
Kendi haklılıklarından, o günün suçlularının kimler olduğundan, doğruyu yalnızca kendi söyledikleri olduğundan o kadar eminlerdi ki, diğerlerinin acısının anlamı yoktu onların gözünde. Ödenmesi gereken bedelleri, ödemesi gerekenler ödemeliydi!
12 Eylülden 30 yıl, 11 Eylülden 10 yıl sonra ne oldu? Devletlerin ve iktidarların bunca gücüyle saldırdıkları düşmanları yok oldu mu? Bunca mermi yakılıp, bunca insan katledilip, bunca insan sakatlanıp, fişlenip, işkence edilince düşmanlar veya fikirleri yok mu oldu?
Aklınızdan o kadar eminsiniz ki hatayı göremiyorsunuz
Kendi yaşadıklarınıza, acılarınıza, aklınıza, fikrinize, duygularınıza bu kadar aşık hale gelirseniz, önce empati duygularınızı yitirirsiniz. Diğerlerinin yaşadıkları, acıları, akılları, fikirleri, duyguları size anlamsız gelir. Sonra da kendi pozisyonunuza aşkınız, kendi haklılığınıza olan inancınız sizi öyle bir noktaya getirir ki, yanlışlarınızı göremez olursunuz. Özeleştiri, eleştiri, öneri, tartışma, müzakere, ikna, uzlaşma anlamsız hale gelir. Hele etrafınız bizimkiler gibi şakşakçılarla da doluysa
Kürt siyaseti ve BDP bu süreçte aktif ve olumlu rol oynama konusunda hüner eksikliği, cesaret eksikliği göstermiş ve gösteriyor olabilir. Ama haksızlık da etmeyelim, tüm haklı eleştirilere karşın Kürt siyasetinin bugün yeniden şiddet sarmalına teslim olan süreçte ne kadar inisiyatifi, etkinliği vardı ki zaten.
Eğer Kü