Bugün BDPnin genel kurulu toplanıyor ama bu kongrenin BDP tabanı dışında kimseyi heyecanlandırdığı söylenemez ki BDPlilerin heyecanını da abartmamak lazım. Halbuki son genel seçimlerden AKP dışında başarılı tek parti olarak çıkan BDPye ilgi doğal olarak hayli artmıştı. Şerafettin Elçi, Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan, Ertuğrul Kürkçü, Leyla Zana gibi birbirnden farklı ve ilginç şahsiyetleri bir araya getiren bu partinin Mecliste neler yapacağı bayağı bir merak konusu olmuştu. Fakat bu ilgi uzun sürmedi; nerden çıktığı pek anlaşılmayan Meclis boykotu nedeniyle isimler değişti ama cisim aynı kalmış yorumları egemen oldu. Daha kötüsü, PKK saldırılarını yeniden tırmandırınca BDPliler yine devlet operasyonları durdursun şartıyla başlayan cümleler kurmanın ötesine geçemediler.
Bu noktada bir hususun altını çizmek gerekiyor: BDPnin (ve ondan önceki yasal Kürt partilerinin) PKK karşısındaki ürkekliği bilmediğimiz bir şey değil ve muhakkak eleştirilmeyi hak ediyor fakat eleştirinin sınırlarını aşırı zorlayıp, Yeni Şafak Gazetesinin yaptığı gibi BDPlileri katil ilan edip hedef göstermek ne doğrudur, ne de barışa herhangi bir katkısı olabilir. Tabii BDP yöneticilerinin de bu yayın nedeniyle Yeni Şafakı kongreye akredite etmemesi de son derece yanlış ve anlamsızdır.
Kıkırdak olamadılar
Eski yazılarıma dönüp baktığımda yılların geçtiğini ama BDPnin (ve ondan önceki partilerin) PKK ile ilişkisi hakkında üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri yazmış olduğumu fark ettim. 2007 Aralık ayında kaleme aldığım DTPyi anlamak başlıklı dizinin ilk gününde adını vermediğim bir DTP yöneticisinin (ki kendisi BDPde de önemli bir konumda) devlet ile PKKyı çatışan iki taraf olarak birer kemiğe benzetip kendilerinin de bu iki kemik arasında kıkırdak olmak, yani iki kemiğin birbirine daha fazla zarar vermesinin önüne geçmek istediklerini söylemiş olduğunu yazmıştım. Geçen süre içinde DTP ve BDPnin böyle bir fonksiyonu yerine getiremediğini çok net bir şekilde gördük. Bu aşamadan sonra kıkırdak olmayı becerip beceremeyecekleri de meçhul.
Öncelikle BDPnin ne istediğini genel kamuoyuna açık ve net bir şekilde anlatabildiği asla söylenemez. Çünkü çok ciddi bir iletişim stratejisi sorunları var. Zaten Türk kamuoyu PKKnın terör eylemlerine yoğunlaştığı için onlardan gelen önerilere kulak asmıyor. Zaten Öcalan tarafından geliştirilen ve içleri tam olarak doldurulmamış olan bu önerilerin PKKdan nefret eden kesimleri cezbetmesi de beklenemez.
Bununla birlikte bardağın dolu tarafına da bakmak lazım: PKK ilk ortaya çıktığında, dört ülkedeki Kürtleri bir araya getirecek, sosyalizmle yönetilen bağımsız bir Kürdistanı hedefliyordu. Şimdi bağımsızlık yerine Türk ulus devleti içinde özerklik; birleşik Kürdistan yerine değişik ülkelerdeki Kürtlerin konfederal yapılanması; sosyalizm yerineyse demokrasi isteniyor.
BDPlilerle konuştuğunuzda, PKKnın yıllar içinde katettiği bu evrimin, büyük ölçüde yasal siyasi partilerin, yani HEP-DEP-HADEP-DEHAP-DTP ve BDPnin başarısı olduğunu söylüyor ve önlerinin açılması durumunda daha çok şeyi değiştirebileceklerini iddia ediyorlar. Ortada çok ciddi ve aşılması imkansız gibi görünen bir güven sorunu var. Türk kamuoyunda, PKKnın, buna bağlı olarak da BDPnin, Türkiyenin düşmanları tarafından kurdurulmuş, onların çıkarları için çalışan yapılanmalar olduğu fikri, her terör saldırısıyla daha da güçleniyor.
Bundan dört yıl önce bir DTP yöneticisine Türk kamuoyundaki algıyı hatırlattığımda bana aynen şunları söylemişti: Biz Türkiyeli bir hareketiz. Bizden Türkiyeyi satmamızı bekleyenler yanılır. Asla Türkiyeyi satmayız.
Bugünkü BDP kongresinin, bu partinin Türkiyeliliğini güçlendirmesini ve BDPnin PKKdan bağımsız olamasa bile, kendilerinin çok sevdiği o tabirle özerk hareket edebilmesini temenni ediyorum.