Paris EHESS Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan ve modernite İslam ilişkisini inceleyen, Göle’yle Ayşe Çavdar bir nehir söyleşi yaptı. Bu söyleşi Hayy Kitap tarafından “Mahremin Göçü” adıyla yayımlandı.
İşte “Sosyal bilimlere gönül vermeseydim parlamentoda milletvekili olmak isterdim” diyen Göle’yle yapılan o söyleşiden çarpıcı bölümler…
“DARBEYLE SİYASET VE KÜLTÜR AYRIŞTI”
Deniz Gezmiş’in ilk dönemine baktığımızda, underground müziğin, şiirin, kültürün farklı cephelerinin olduğunu görürüz. Ama 1970 darbesiyle, siyasetle kültür tamamen ayrıştı birbirinden. Darbe onları ağır bir şekilde kopardı. Oradan itibaren bende bir hüzün var. O kopuş çok ağırdı. “Türkiye 1968’i yaşamadı dediğimde Ertuğrul Kürkçü çok kızmıştı. Hâlâ böyle düşünüyorum. Bence yaşamadı. Gecikmeli olarak, şimdi daha çok yaşanıyor. 1968 ise yaşanamadan koparıldı. Devrimciler hippilere çok kızıyorlardı. Hem sanatçı ve hippi, hem solcu olan çok az kişi vardı. Bu kombinasyonu başarabilmiş bir avuç insansa bunun acısını çekiyorlardı. Bu acı bana da geçmişti. Bu işin bu kadar kolay olmadığını, kültürel marjinallikle entelektüel eleştirelliğin yan yana gelemeyeceğini bu acı hissiyle öğrendim. Bugün de aynı hissiyat içindeyim.
“ÖZAL TÜRKİYE’YE ŞİMDİKİ ZAMANI GETİRDİ”
Devrim önemli ama kantinde ne satıldığı da önemli. Devrimci mühendisler için şimdiki zaman yoktu. Özal şimdiki zamanı getirdi… Türkiye bugünü, şimdiki zamanı yaşamaya başladı. Modernliğin ilk bilinci budur. 1980’den sonra zaman çok hızlandı. Modernleşmeye çalışmak değildi bu artık, modernleşmenin içinde olmaktı. Özal’ın bunda çok büyük katkısı oldu. Korkusuzca şimdiki zamana yerleşti. Güzel yerleşiyordu zaten. Müthiş bir dönüşüm gerçekleştirdi. O araştırmalarda o dönüşüm anını yakaladım ben. Akademik çalışmalarıma yapılan ilk hakarete de Özal’ı yakalama girişimim nedeniyle maruz kaldım. Hakaret edenler solculuğa oynayanlardı. Özal askerciydi, sağcıydı onların gözünde. Herkez çok kızmıştı. Bense müthiş enteresan buluyordum. Sözkonusu olan dört eğilimin bir araya getirilmesi değildi sadece… Özal yeni bir siyasi kültür getiriyordu Türkiye’ye. Toplumla bir bağlantısı vardı… Özal’ın toplumla nasıl bir bağlantısı olduğunu sahada yaptığım araştırmalarda gördüm. Yaptığı en önemli iş, 1970’lerden 1980’lere geçişi sağlamaktır. İkincisi, sağı yeniledi. Kendisi çok önemli bir söz söylemişti. Ona Menderes’in mi Demirel’in mi devamı olduğunu sorduklarında, “Hayır” dedi, “Demirel değil, Menderes.” Zaten kendisi için mezar yeri olarak Menderes’in yanını seçmişti. Çünkü Demirel iki darbe arasında hep statükocu bir rol oynadı ve korktu. Yanlış değil, statükocuydu. Halbuki Menderes ve Özal bir şekilde sağa iddia kazandırmışlardı.
“SEMRA ÖZAL, ÇÖZÜLME İÇİN YETERLİYDİ!”
Özal, Menderes’ten aldığı sağı yenileyebildi. Ayrıca değişen MHP’yi ve sonra da din hareketini gördüm. Dincilerin, muhafazakârların Semra Özal figürüyle karşılaştıklarında verdikleri tepki çok ilginçti. Bu tür ikonların toplumu anlamakta ne kadar faydalı olduklarını kavradım. Bir grubu çözebilmek için Semra Özal sözünü açmanız yeterli oluyordu bazen. ANAP grubunda birdenbire yüzleri kararan, küsen, yere bakan muhafazakâr kanadı görüyordunuz. Bir de şu vardı: Cumhuriyet seçkinin çok dışında bir seçkin grubu oluşmuştu. Bugün AKP’yi anlamak için, Özal’ın Türkiye’sini anlamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. 1980 sonrasında çok büyük bir dönüşüm yaşandı… O dönem çok yalnızdım. Çünkü kimse ama kimse Özal hareketine böyle bir önem vermiyordu Türkiye okumasında.
“GAZETELER KRALLAR YARATIYOR AMA…”
Gazeteler krallar yaratıyorlar. Ondan sonra toplum gidip başka bir yıldız seçiyor. Çok hoş bir şey bu. Demokrasinin hep güzel bir sürprizi var. Türkiye’de oylar hep güzel sürprizler yaptı. Özal döneminin, Türkiye’de büyük bir dönüşüme tekabül ettiğini, komplekssizleşmeye giden, boyuyla posuyla, rahatlığıyla, “ben buradayım” ve “dünyaya açılırım” diyen bir Türkiye şekillendirdiğini düşünüyorum. Yeni zenginleriyle, arabeskiyle, y