Prag baharından Afrika isyanına, Jan Palach tan Muhammed Buazizi ye
Lise öğrencisiydim ve SEZİŞ adlı bir edebiyat dergisi çıkarıyorduk. Bilinçten çok sezgilerimizle anlamaya çalıştığımız bir yeni dünyanın, değişimin nefes kesen deviniminin göbeğinde hissediyorduk kendimizi.
Sovyetlerin Çek işgalinin ardından kaleme aldığım bir şiirim yayınlandı SEZİŞ te. İşgali protesto edenlerin arasında yer alan Prag Üniversitesi öğrencilerinden yanlış anımsamıyorsam Jan Palach adlı gencin Rus tankları önünde kendisini yakma cesaretini anlatan bir ağıta tercüman etmeye çalışmıştım biraz da çocukça dizelerle
(Keşke derginin o sayısı bir yerlerden çıksa, o günlerin tanığı dostlarımdan, kavga arkadaşlarımdan biri getirip koysa masaya)
Türkiye İşçi Partisi o işgalle en önemli kırılmalardan birini yaşadı. Mehmet Ali Aybar ulusların kaderini tayin hakkına düpedüz tecavüz anlamına gelen bu türden işgallere, saldırılara karşı çıkarken Behice Boranların başını çektiği grup geleceğin mutlu günlerine taşıyacak sosyalizm adına işgal gibisinden konuşmaya değmez küçük adımları! Hoş görüyle karşılamamızı tavsiye ediyordu.
Ne yazık ki o hoşgörülerin sonu gelmedi bir türlü.
Çok uzun zaman sonra ve Çekoslovakya işgalinin 40.yılında, bir zamanların Türkiye İşçi Partili Necmiye Alpay tozlu raflardan indirip gözlerimize sokacaktı, geçmişte o el yordamıyla keşfetmeye çalıştığımız gerçeği:
Solun bir kısmı zaten Sovyetler Birliği karşıtıydı fakat Sovyetlere sempati duyanlar bile irkilmişti. Acaba nasıl bir açıklama gelecek’ diye bekliyorduk. Sovyetlerden gelen ‘Çekoslovakyada gizli radyolar aracılığıyla ABD kaynaklı komplolar mevcut, biz Çekoslovakyanın resmi çağrısı üzerine ülkeyi kurtarmak için bu müdahaleyi yaptık açıklamasının yarattığı hayal kırıklığı ancak bu kadar anlatılabilirdi doğrusu
Bugün tutuşan isyan ateşine karşı Mısır, Tunus ve Libyadaki diktatörlerin söylemlerine ne kadar da benziyor 43 yıl öncesinin Sovyet yalanları
Sovyet borazanları ABD kaynaklı komploları gerekçe göstererek, bize Marksizmin öğrettiği ulusların kaderini tayin hakkını bazen boş vermemiz gerekebileceğini nasıl da güzel yutturmuşlardı
Acı ama alabildiğine çıplak gerçekle yüzleşmek travmaydı aslında. Alpayın deyimiyle Ya Sovyetlere ya ABDye inanmak gibisinden zor bir o kadar da saçma tercihle karşı karşıya bırakılmıştık. (Oysa iki egemen dışında bambaşka bir dünyanın doğum sancılarının tanıklarıydık. Süreç bunu 1989 Berlin duvarının yıkılmasıyla göstere göstere anlattı bize)
Anadolunun uzak bir köşesindeki bizlerle sınırlı değildi kafası karışanlar. Çek işgali Türkiye solunda da kavramların allak bullak olduğu tartışmaların ardından birleşmesi olanaksız parçalanmaları getirdi ister istemez.
Behice Boran ve Sadun Arenin öncülüğünü yaptığı ‘Emek grubu’ işgali protesto etmediği gibi aksine Sovyetlerin yanında yer alarak onaylayıcı tavır aldı. Mehmet Ali Aybarın başını çektiği kesim ise ‘Güleryüzlü Sosyalizm’ sloganıyla işgale karşı çıkmanın faturasını acı biçimde ödedi.
Fazla seçeneği de yoktu Türkiye solunun
Madem ABD emperyalizmine karşı çıkılmalıydı ve yalan bilmez Sovyetler Birliği liderliği ABDnin orada komplo yaptığını söylüyordu. En kolay yol seçildi, tartışılmaz biçimde inanıldı Sovyet yalanlarına
Oysa Pragda tankların metalik iniltilerinin dinmeye başladığı 10. Yılın sonunda bu kez Afganistan işgaliyle bir kez daha yüzleşmek zorunda kaldık Sovyet hegemonyasıyla
Sovyetler çevresindeki ülkeleri sosyalizm adına işgal ederken, ABD de Güney Amerikanın solcu hükümetlerini birer birer devirip, paylaşım savaşında göz diktiği payını alıyor, sola inanmış milyonlarca insan işkence tezgahlarından geçiriliyor, öldürülüyordu
Ve biz gençliğin ergenlik merdivenlerini tırmanmaya çalışan romantikleri, el yordamıyla da olsa Jan Palachın kendisin