Enerji sektörünün iki önemli dergisi, Enerji Petrol Gaz ve Gas-Power ocak sayısında ortak manşetle çıktı. Her iki dergin de kapağında, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koçun Şirket satın alımları en önemli büyüme stratejilerimizden biri sözlerine yer veriyordu.
Şirket satın alımlarının en önemli büyüme stratejilerinden birisi olduğunu söyleyen Koç, bu konuda şu tespitleri yapıyor:
Kaliteli proje sayısının sınırlı olması şirket satın almalarını zorunlu kılıyor. Aksi takdirde büyümek mümkün değil. Özelleştirme kapsamında varlık ya da şirket satın almayı hedefleyen bir grup olarak zaten stratejimizi bu şekilde oluşturmamız zorunluydu.
Koçun yaptığı bu değerlendirmenin bir benzerini geçtiğimiz günlerde Türkiyenin en büyük iki müteahhit firmasından biri olan Rönesans İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Erman Ilıcaktan dinliyorduk.
Ilıcak da büyümenin sürdürülebilir olması için çok ortaklı yapılara gittiklerini anlatıyor ve bunun için şeffaflık ilkesine vurgu yapıyor, Kişilerin serveti değil, kurumların mali güçleri önem taşıyor diyor.
Avrupalı ortakla büyüme
Ilıcak Büyümek için Avrupalı inşaat şirketleri ile ortak oluyoruz. Onların getireceği tasarım ve teknik bilgiye ihtiyacımız var. Avrupa firmaları ile ortak olarak, Doğudaki pazarlardan daha çok pay alabiliriz derken; nükleer santrallar, tüneller, su kanalları, demiryolları ve stadyumlar gibi teknik özellikli altyapı yatırımlarına talip olduklarını belirtiyordu.
İngilterenin 150 yıllık bir müteahhitlik firması ile ortaklık görüşmelerini yürüttüklerini söyleyen Ilıcak Nükleer santrallar konusunda çok ilerideler diyor. Tabii bu girişimin; Türkiyede Rusların yapacağı Akkuyu nükleer santral inşaatına talip olacakları manasına gelmediğini de öğreniyoruz.
Büyüme stratejisini Avrupadan şirket satın alma üzerine kuran Rönesans, Avusturyanın 15 bin çalışanı ve yıllık 5 milyar dolar cirosuyla en köklü şirketlerinden Porrun yüzde 10.2sini almıştı. Porr ile ayrıca yüzde 50-50 ortaklıkla yeni bir inşaat şirketi kurduklarını söyleyen Ilıcak, bu yıl içinde halka açılma planlarından da söz ediyor.
1993 yılında Rusyada kurulan ve 12 bin çalışanı bulunan Rönesansın, 2010 yılı cirosunun 1.2 milyar dolara ulaştığını belirten Ilıcak, Bu yıl büyümemizin yüzde 30u organik, yüzde 3 de satın almalar yoluyla gerçekleşecek derken sınırlarını da çiziyor.
Rusya pazarında çalışırken, ekonomik krizin ortasında kalan Ilıcak içinde bulundukları ikilemi Ya çalışanlarımızı işten çıkaracaktık ya da onlara yeni iş yaratacaktık sözüyle özetliyor.
Yeni pazarlara açılma kararını verdikten sonra; Libya, Türkmenistan, Ukrayna, Suriye, Suudi Arabistan ve Katarda AVMler, havaalanları, fabrikalar ve hidroelektrik santrallar inşa ediyorlar.
Libyada, Katarda risk yok
Ilıcakın şeffaflık ve ortaklık denklemi Arap coğrafyasında geçerli mi?
Libyada önemli işler alan Ilıcaka, domino etkisi bağlamında Libyadaki çıkan olayları soruyorum.
Libya lideri Kaddafi ülkesinde ulusal bağımsızlık kahramanı gibi görülüyor, seviliyor. Zaten tüm ekonomi devletin elinde, o nedenle bir servet transferi yok. Risk görmüyorum yanıtı alıyorum.
Katar ve Suriye için de benzer yorumlar yapan Ilıcakın gözlemleri şunlar:
Suriyede halk, arabasının camında Cumhurbaşkanı Beşar Esadın resimlerini taşıyor. Hiçbir zorlama olmadan… Çok dinli ve kültürlü bir toplum. Katar ise diyebilirim ki Avrupa ülkelerinden bile daha gelişmiş iş yapma modellerine sahip. Uluslararası firmalar buralardalar. Katarın yerli nüfusu çok az; çalışan erkek sayısı 40-50 bin kişidir.
Ilıcak, Mısır ve Tunusu inceledik, sorunu görüyorduk diyor. Nasıl gördüğünü ise çok net cümlelerle aktarıyor:
Tunusta cumhurbaşkanının eşi (Ülkesinden kaçarken kocasına Bin uçağa geri zekâlı diye seslenen Leyla bin Aliden söz ediyor) ve akrabaları her türlü ekonomik aktiviteyi yönetiyordu; Mısırda ise ekonomik yatırımlarla çok az sayıda insan ilişkilendiriliyordu.