Çinin Önlenemez Yükselişi
Çin, ekonomik güç olarak, Japonyayı geçerek yaratılan ulusal gelir açısından dünya ekonomisi sıralamasında ikinci sıraya yükseldi. ABDde durgunluk süreğenleştiği takdirde; Çin, iki bin yirmili yıllardan önce, ABD ekonomisini de geçerek ilk sıraya yükselecek gibi görünüyor. Ekonomik güç aynı zamanda politik güç de sağlıyor. Artık dünyanın politik şekillenmesinde Çinin de belli bir ağırlığı, etkisi var. İki kutuplu, tek kutuplu dünya derken, hem ekonomik hem politik olarak dünyada bir eksen kayması yaşayan Çinin ağırlıklı yer aldığı bir pasiflik ekseni güçleniyor.
Amacım Çine övgü düzmek, imrenmek değil. Ülkemiz için bazı dersler çıkarabilmek. Ütopya gibi gelebilir, büyük hayallerin peşinde sürüklenmek gibi gelebilir, tutku gibi de yorumlanabilir ama, amacım dünyada bir de Türkiye ekseni oluşturulabilmesi… Bu nedenle Türkiyenin Batı, Ortadoğu ya da Şanghay ekseninde yer almasına karşıyım. Bağımsız olmayan bir ülkenin, uydu bir ülkenin itibarı, saygınlığı, gücü olamaz.
Bir gerçeği daha savunmaya çalışayım. Bir ülkenin gerçek zenginliği, doğal kaynakları, altın, petrol yatakları değil insan kalitesidir, insan varlığıdır. İnsanınız ne denli kaliteli, donanımlı, düzgün ise o denli varlıklısınız demektir.
Konu ile ilgili olarak bir Çin atasözü ile Konfüçyüsün bir deyişini anımsatalım. Çin atasözü Hedefin bir yıl ise pirinç ek, on yıl ise ağaç dik, yüz yıl ise insan yetiştir der. Konfüçyüs de, Hükümet etmek doğruluk demektir. Doğru yönetirsen kimse doğru olmamaya cesaret edemez diyor. Bu tümceyi şöyle de ifade edebiliriz. Yönetilenler düzgün, doğru ise yöneticiler de düzgün ve doğru olmaya mecburdur. Yöneticilerle yönetilenler arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Çinin başarısında bu iki etkenin rolünün büyük olduğunu düşünüyorum.
***
Biz Çin atasözünün aksine insan yetiştirmek bir yana, yetişmiş insan gücümüzü biçiyor, ormanlarımızı yakıyor, yok ediyor, verimli topraklarımızda rant uğruna binalar dikiyoruz. Tersine ayrımcılıkla, negatif seleksiyonla, kötü iyiyi toplumsal yaşamdan dışlar, kovar anlayışı ile hareket ediyoruz. Ayrıca ülkenin aydınlanmasına engel olmaya çalışıyor, ülke ne denli karanlıkta kalırsa yerleşik çıkarlarımızı o denli koruyabileceğimiz anlayışı ile hareket ediyoruz.
Dirayet, çalışkanlık, üretkenlik, düzgünlük, dürüstlük, tutarlılık, yaratıcılık aranacak nitelikler diye yazıyor, söylüyor, sonra tersine bir seçimle bu nitelikteki kişileri bir şekilde geri planlara itiyor, tasfiyeye çalışıyoruz. Bu bağlamda tutuklamaya kadar giden kaba yöntemlerin yanında yerine göre daha nazik, rafine, ince yöntemler de uyguluyoruz. Tercihimizi, biat eden, evet efendimci, sürüye katılan, tarikat, cemaat, dernek, klik bazı örgütlere girerek, gelecek arayan ya da geleceğini güvence altına almaya çalışanlardan yana kullanıyoruz. Çalışkan, üretken, bağımsız, sıradan olmamaya çalışanları bir şekilde cezalandırıyoruz, cezalandırılanların bir kısmı ülke dışına gidiyor, büyük bir bölümü kendi iç dünyalarına kapanıyor, sayıca az olan bölüğü de, benzetme yerinde ise Don Kişotluk yapmaya çalışıyor. Bu ortamda, emperyal güçlere, onların yerli uzantıları örgütlere, cemaat ve tarikatlara karşı Don Kişotluk yapmak akılcı görülmeyebilir hatta çeşitli tehlikelerle, kapanlarla dolu olduğu bilinir. Ancak kendilerini nasıl görürlerse görsünler, kişiliksiz, emir kulu, yalaka, çakma, sesyayar, partinin, derneğin adamı, emperyal güçlerin yerli çıktısı, işbirlikçi gibi sıfatlar taşımaktansa, doğru bilinen yolda yalnız da olsa yürümeye çalışmak Don Kişotluk olarak görülse de insan onuruna uygun bir yaşam tarzıdır.
Yasalara yazmakla kişilere özgürlük; görkemli adalet sarayları, modern cezaevleri yaparak da adalet sağlanamaz. Ülkenin her şeyden önce yürekli, dürüst, sivil ve asker bürokrata, bilim adamına, politikacıya gereksinimi vardır. Öncelik, görkemli binalar dikmek değil insan yetiştirmek olmalıdır.
Toplumun değer yargıları, bağımsızlık,