Türkiye çok partili rejime geçtiği 1946 yılından bu yana Merkez sağ kavramı siyaset diline girdi..
1950de Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle başlayan iktidar süreci, 2002 yılına kadar devam etti.
Arada, 12 Eylül darbesi ve daha önceki kimi kesintileri saymıyoruz..
Bu arada özellikle 1972 yılından sonra Ecevitle birlikte kendini sosyal demokrat olarak tanımlamaya çalışan CHP, 12 Eylül öncesi birkaç yıllık yarım iktidarı hariç hemen hiç tek başına iktidar yüzü görmedi..
Niçin Türkiyeyi hep merkez sağ yönetti?
2002 yılından sonra zemini niçin kaydı?
O günden bu yana neden halen toparlanamıyor?
Merkez sağın kaderi bu sorulara sağlıklı cevap bulunmasındadır.
Ama gördüğüm katarıyla merkez sağ kadrolarının hemen hiç birisi bu soruları sormuyor.
Onlar halen, merkez sağ çöküntünün lider ve genel başkanlarda olduğundan hareketle, şu olmaz bu olur hesaplaması yapıyorlar..
Ancak, bilmeliyiz ki Merkez sağın meselesi lider ve genel başkan değildir..
Mesel çok daha derinlerde ve Türkiyenin dönüşüp, değişmesini kavrayamamaktadır..
Ya da başka bir deyişle ZAMANIN RUHUNU okuyamamasındadır..
Önce Menderes daha sonra Demirel döneminde şekillenen merkez sağ, halkın geleneksel kültür damarlarına sahiplenen, ama aynı zamanda yükselen sanayi sermayesi ile toprak sahiplerinin ittifakına dayanan bir ideolojik yapıydı..
Aynı yıllarda toplumun çok büyük bölümü köylerde yaşıyordu.
Henüz şehre gelmemiş ve deyim uygunsa ataya, dedeye bağlı bir toplumsal düşünüş biçimi hakimdi..
Dolayısıyla özellikle inançlara saygı temelinde gelişen sağ yaklaşım, köylülerin ruhunu okşuyordu..
Bu süreçte popilizm önemli bir siyaset argümanıydı..
Demirel seçim öncesi vaadleri ile köylülerin desteğini alabiliyordu..
12 Eylül sonrası bir çok değişiklik oldu..
Demirelden farklı olarak Özal, yeni şeyler savunuyordu..
Ülke ekonomisinin Demirel döneminden farklı olarak korumacılıkla değil, dışa açılma ile gelişeceğini söylüyordu Özal..
Bu ise, gümrük duvarlarının açılması anlamına geliyordu.
Yabancı sermayenin girişi hızlandı.. Geleneksel yapılar çözüldü.
Bu arada kentlere hızlı göç başladı..
1983 seçimlerini bir çok nedenin o anda birleşmesi nedeniyle Özal kazandı..
Özellikle 12 Eylülden çıkış için halk daha sivil gördükleri Özalın partisine yöneldi.
Özal bunu fırsat bildi ve ekonominin rotasını değiştirdi.
Bu durum, şehirleşmeyi hızlandırdı..
Özalda ağırlıklı olarak sağ seçmene hitap ediyordu; ama onun Demirelden farkı daha çok şehirli seçmene ulaşması idi..
Bu açıdan Demirelin köylü popülizmi yerini kentli seçmene ulaşmak isteyen kent partisi ANAPı doğurmuştu..
Uzun yıllar ülkeyi ANAP yönetti..
Daha sonraki yıllarda gerek ANAP gerekse de DYPnin kadroları, küreselleşme ve AB sürecinin dinamiklerini anlayamadılar..
Demirel döneminden kalan anlayışla devleti hortumlamaya devam ettiler..
Bilim ve teknoloji çağında, geleneksel sağ politikalar artık ZAMANIN RUHUna denk düşmüyordu..
Ama bunu sağ politikacılar anlamadı..
Devlet kaynaklarını Demirel alışkanlığı ile hortumlamaya devam ettiler..
Sonunda hemen tüm merkez sağ kadrolar yolsuzluk batağına bulaştı..
Ekonomik kriz, yolsuzluk gibi gelişmeler tuzu biberi oldu..
Merkez sağ iyice gözden düştü..
Bu arada şehir nufusu arttı.
Kentler müthiş enerji doldu..
Her kentin kendine göre iş adamları örgütlerinden tutun, medyası vb oluştu..
Anadoluda yepyeni enerjiler ortaya çıktı..
AB süreci bu e